TÜM BEL SEN, Sınıf ve Kitle Sendikacılığını Esas Alır.
Sendikaların sınıf örgütü olmaları, nesnel konumları gereği sermaye ile çelişen bütün ücretlileri kapsaması anlamına gelir. Sınıf bilinci, sınıfsal konumun farkında olmak; sorunun çözümü için diğer ücretli çalışanlarla birlikte sermayeye ve onun siyasal alandaki temsilcilerine karşı mücadele vermekten geçtiğini anlamaktır. Sendikalar, ücretli emek-sermaye çelişkisinde ve mücadelesinde taraftır. Sermaye tarafından ezilen ve sömürülen bütün emekçiler, sınıf bilinci temelinde sendikalarda bir araya getirilmelidir.
Emekçilerin siyasal görüşleri, etnik kökenleri, mezhepleri, dilleri, cinsiyetleri, yaşları, meslekleri farklı farklıdır. Kimileri Karadenizlidir, kimileri, Trakyalı, kimileri doğuludur, kimileri batılı. Kimileri büroda çalışır, kimilerinin görevledir dışarıdadır. Kimizi zabıta, kimimiz itfaiye görevlisi, kimimiz mimar, kimimiz büro görevlisiyiz. Çalışma koşullarımız kısmi farklıklar taşısa da sorunlarımız ve çıkarlarımız esas olarak aynıdır. Çalışma koşullarımız açısından, bazı farklılıklar olsa da, özünde geçinmek için iş güçlerimizi satmak zorundayız ve bu nedenle de, aynı sınıfın parçalarıyız.
Sendikalar, emekçilerin taşıdığı farklılıkların sermayeye karşı verilen mücadeleyi bölmesini engellemeye çalışır. Sadece üyelerinin değil, sınıfın tümünün ortak çıkarları için mücadele yürütür. Sendikaların kitle örgütü olması, yalnızca belirli bir meslekten veya kesimden emekçiyi örgütlememesi, örgütlenme alanı içinde bulunan bütün emekçilerin örgütü olması anlamına gelir.
Ülkemizde emekçiler çok çeşitli biçimlerde suni ayrımlara tabi tutulmuşlardır. İşçi-memur-sözleşmeli gibi ayrımlar, farklı iş ve sendika yasaları söz konusudur. Bugün özel sektörde ücretli çalışan herkes “işçi” statüsündedir ve hizmet akdi ile çalışır. Kamu sektöründe ise ücretli çalışanlar “memur”, “sözleşmeli personel” veya “işçi” statüsündedir. Oysa farklı iş yasalarıyla bölünmüş olan emekçiler, aldıkları ücretle geçimlerini sağlarlar, aynı toplumsal sınıfın parçasıdırlar ve bu bölünme, yapaydır.
Sınıfsal konumlanış ile mesleği birbirine karıştırmamak gerekir. Öğretmenlik, mimarlık, hemşirelik, mühendislik birer meslektir. Ancak üst düzey yönetici veya çalıştıkları işyerinin sahibi değillerse, ücretli olarak geçiniyorlarsa, ister özel sektörde ister kamu sektöründe çalışsınlar, ister işsiz olsunlar aynı sınıfın parçasıdırlar, sınıfsal çıkarları ortaktır.
TÜM BEL SEN, Çalışanların Ortak Örgütlenmesini Savunur.
Farklı statüdeki emekçilerin aynı sendikal çatı altında bir araya gelmelerinin önündeki yasal engeller sürüyor. 2821 ve 2822 Sayılı Yasalar ile işçi sendikalarının tabi olduğu kurallar belirlenmiştir. Bu yasalar toplu sözleşme ve grev hakkını içermekle birlikte barajlarla, yasaklarla ve sınırlamalarla doludur. İşçi statüsü dışındaki kamu emekçileri ise, 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’na tabidir. Bu yasa, toplu sözleşme ve grev hakkını içermediği gibi, yine yasakların ve sınırlama ların sıralandığı yasakçı bir yasa görünümündedir. Her iki yasa da demokratik bir çalışma yaşamının gereklerinden, sendikal hak ve özgür lükleri güvence altına almaktan uzaktır, üstelik sadece yasal değil ör neğin grev yasaklarında ya da sendikal hak ihlalleri örneklerinde de görüldüğü gibi uygulamadan, anlayıştan doğan sorunlar devam etmektedir.
Yine egemenler çeşitli yol ve yöntemlerle emekçiler arasındaki bölünmüşlüğü derinleştirecek bir strateji izlerler örneğin işyerlerinde emekçilerin bir bölümüne kimi ayrıcalıklar tanıyabilirler, emekçileri birbirlerine karşı kışkırtabilirler. Çok sık rastlanan örneklerden biri de işçi ve memur statüsünde olanları karşı karşıya yetirme girişimidir. Örneğin kamuda işçi ve memur ücretlerini ya da diğer haklarını karşılaştırma, birbirlerini hedef gösterme ve böylelikle emekçileri karşı karşıya getirme çabasına her dönemde rastlanır.
Çalışanların ortaklaşması; örgütlerini ortaklaştırmaları ve aslında tek olan işverene – egemenlere karşı mücadeleyi yükseltmeleri uzun zamandır emek örgütlerinin ve emekten yana siyaset yapan partilerin gündemindedir. Emekçilerin suni ayrımlarla bölünerek, işçi sendikaları ve kamu emekçileri sendikaları ayrımı üzerinden sendikal yaşamın kurgulanması bizler için zafiyet, işveren içinse muazzam bir kolaylık ve hareket alanı yaratmaktadır. Üretim sürecinin bütünlüğü ve mal-hizmet üretiminin arasındaki içsel bağlar üzerinden düşünüldüğünde; çalışanların bu süreçte tek çatı altında örgütlenerek, işverene-egemenlere karşı güçlü bir direniş hattı oluşturmaları, ortak talepler etrafında yürütülecek birleşik emek mücadelesi ve örgütlenmesi, emek hareketinin temel ihtiyacı olan sınıf ve kitle sendikacılığı temelinde sendikal bir odağın oluşturulmasına zemin hazırlayacaktır. Birlikteliğin alanlarda, mücadele içerisinde yakalanması ne kadar önemli ise aynı birlikteliğin yasal bir zeminde de sağlanması ve toplu sözleşme sürecinin bu zemin üzerinden kurgulanması emekçiler açısından o kadar önemlidir.
TÜM BEL SEN, Sendikal Hak ve Özgürlükler ile Demokrasi Mücadelesi Bir Bütün Görür.
Sendikal hak ve özgürlükler ile demokrasi mücadelesi bir bütündür. Bir ülkenin demokratikleşmede aldığı yol, hak ve özgürlüklerin gelişmişlik düzeyinde belirleyici rol oynar. Ülkemizde de sendikal hareketin tarihine bakıldığında, hak ve özgürlüklerin genişlemesinin, yeni haklar elde edebilmenin olmazsa olmaz koşulunun demokratik bir ortamın yerleşmesi olduğu görülür. Yasakların, baskıların arttığı, demokrasinin darbe yediği her dönemin hak kayıplarıyla birlikte anılması bir tesadüf değildir. Bunun en somut örneği, 12 Eylül askeri darbesidir. 12 Eylül öncesinin görece özgürlükçü ortamında yükselen emek mücadelesi birçok kazanımı da beraberinde getirdi. O dönemde imzalanan toplu sözleşmelerle ücretler yükseldi, çalışma koşullarında dikkat çekici iyileştirmeler yaşandı ve hatta birçok işkolunda iş güvencesi hayat bulabildi. Emek hareketinin yükselen mücadelesi, sermayenin kendi çıkarları doğrultusunda hareket edebilmesini önemli ölçüde sınırlandırıyordu.
24 Ocak kararları olarak bilinen ve neo-liberal politikaları esas alan işveren taleplerinin yaşama geçirilmesinin ilk koşulu, bu mücadelenin önünü kesmekti. 12 Eylül askeri darbesi ile sendikalar, dernekler, siyasi partiler kapatıldı; tam bir insan avı başlatıldı. Toplu sözleşmeler askıya alındı, ücretler geriletildi, haklar yok sayıldı, örgütlü yaşama son verildi. TİSK Genel Başkanı Halit Narin, dönemi değerlendirirken, 20 yıl boyunca işçilerin güldüğünü ve kendilerinin ağladığını, 12 Eylül sonrasında gülme sırasının kendilerine geldiğini açıkça ifade etti. Kaynağını 12 Eylül Anayasası’ndan alan, anti-demokratik yasalar bugün de bir çok özgürlüğün önünde ciddi engel oluşturuyor.
Emekçiler yerleşik bir demokrasinin, hakların korunması/geliştirilebilmesinde taşıdığı önemi, birçok deneyimle gördüler. Bugün ülkemizde demokrasinin tüm kurum ve kurallarının hayat bulduğunu söylemek olanaklı değil. Örgütlenme özgürlüğünün, düşüncenin ifade edilmesi, farklı kimlik ve kültürlere dayanan çoğulcu bir demokrasinin yerleşmesi önündeki engeller sürüyor. Yasalardaki sınırlı hakların kullanılmasında bile sorunlar çıkıyor, uygulamadan kaynaklanan sorunlar devam ediyor. Otoriter-baskıcı yönetim anlayışın demokratikleşmeye yönelik direncini görmek gerekiyor.
Hakların kazanımı, korunması/geliştirilmesi ile demokratikleşme arasındaki ayrılmaz bağın emekçilerin bilincinde açığa çıkartılması önemini koruyor. Sendikalara ise, bu bilincin açığa çıkmasında önemli görevler düşüyor. Örneğin kamu emekçilerinin ücretlerinin düşük ve dağılımının adaletsiz olması yakıcı bir sorundur. Kamu emekçilerinin ücretlerinin insanca yaşanır bir düzeye çıkartılması, demokratikleşme mücadelesiyle bir biçimde ilişkilidir. Eğer toplu sözleşmeli, grevli sendikal hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, demokratik bir çalışma yaşamı söz konusu olsa, özgür bir toplu pazarlık sistemi yerleşse, bütçeler katılımcı bir anlayışla ele alınsa; ücret düzeyinde gözle görülür bir yükselme yaşanabilir. Sadece ücretlerde değil, bütün diğer çalışma koşullarında da olumlu yönde değişim sağlanması kaçınılmazdır.
Demokratikleşmeye yönelik yasal değişiklikler önemlidir, ancak yeterli değildir. Demokrasi kültürünün içselleştirilmediği, direncin devam ettiği koşullarda uygulamadan kaynaklanan ihlaller yaşanır. Örneğin işçilerin sendikaya üye oldukları için işten çıkarılmaları yasal olarak olanaklı değilken, uygulamada binlerce işçi sadece sendikalara üye oldukları için işten çıkartılabilmektedir. Kamu emekçileri, yıllarca sürgün politikalarıyla karşı karşıya kalmış, anti-demokratik yasaları bile aşan mantıkla soruşturma, ceza ve tehditlerle susturulmak istenmişlerdir.
Konfederasyonumuz ve sendikamız, kamu emekçilerinin hak ve özgürlükleri ile demokrasi mücadelesini bir bütün olarak ele alır ve politikalarını bu doğrultuda geliştirir. Bugüne kadar sendikamız TÜM BEL-SEN demokratikleşme taleplerinin yaşam bulması için mücadele vermekten çekinmemiştir.
Genel demokratik taleplerle özel sendikal istemler diyalektik bir bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir. Sendikamız TÜM BEL-SEN Konfederasyonumuz KESK, kendisini sadece sendikal alana sıkıştırmayarak, hem emekçilerin hem ülkenin hem de dünyanın geleceği üzerine söz söyleme sorunları çözmeye yönelik mücadelesi yürütmektedir.
TÜM BEL SEN, Sermaye ve Devletten Bağımsızdır.
Tarihsel gelişimi içerisinde sendikaların artan etkisi ve gücü karşısında sermaye sınıfı ve devlet de emekçileri bölme ve kontrol etme amacıyla “sendikalar” oluşturdular. Emekçilerin hak ve çıkarlarını savunma amacı taşımayan, işverenlerin kontrolü altında olan ve demokratik işleyişten uzak olan bu tür sendikal yapılar, emek mücadelesini bölmek, kontrol etmek, kullanmak amacını taşırlar.
Devletten ve sermayeden bağımsızlık denildiğinde; bu bağımsızlığı “örgütsel” ve “politik” bağımsızlık olarak değerlendirmek gerekir. Bu bağımsızlığı sağlamanın ön koşulu, sendikanın iç işleyişinin, örgütsel yapısının demokratik kurallara uygun bir biçimde yapılanmasıdır. Tepeden işveren/devlet eliyle kurdurulan, her türlü örgütsel işleyişinin işverenin vesayeti altında olduğu, üyelerinin bu işleyiş içerisinde yer edinemediği bir sendikada, bağımsızlıktan bahsedilemez. Kapalı kapılar ardında pazarlığa açık olan bu yapılar aynı zamanda rant ilişkilerini de üreten bir ortamı hazırlarlar.
Örgütsel bağımsızlığı tamamlayan diğer bir unsur sendikal politikalarda bağımsızlığın sağlanmasıdır. Bir sendikanın ister işyeri düzeyinde olsun, isterse ülkenin genel sorunlarına ilişkin olsun emekçilerin hak ve özgürlükleriyle çelişen politikaları ısrarla savunması, sendikal politikalarda bağımsızlığın sağlanamadığının göstergesidir.
Diğer bir konu, sendikaların siyasi partilerden bağımsızlığıdır. Tarihsel koşullar ile birlikte değerlendirildiğinde sendikaların siyasi partilerle organik bağının olduğu ülke örnekleri mevcuttur. Bazen ideolojik konumlanışlara göre siyasi parti ile sendikalar arasında kimi politikalarda örtüşme de söz konusu olabilir. Ancak burada da belirleyici olan izlenen sendikal politikaların sermayenin değil emekçilerin hak ve çıkarlarını temsil etmesi, siyaset indirgemeci yaklaşımlardan kaçınılmasıdır. Sendikamız TÜM BEL-SEN, vesayet ilişkisine karşı çıkarken; siyasi parti, kurum ve kuruluşlardan örgütsel bağımsızlığı ilke olarak benimsemiştir.
TÜM BEL SEN, Örgüt İçi Demokrasiyi Savunur ve Yaşama Geçirir.
Bir sendikal yapının taşıması gereken en önemli niteliklerden biri de örgüt içi demokrasiyi benimsemesidir. Bu bir yanıyla ilkesel bir yaklaşımı diğer yanıyla bu ilkesel yaklaşıma uygun kurumsal düzenlemeleri içerir.
Sendikanın kendi iç demokrasisini sağlayamaması, üyelerde yabancılaşmaya yol açacağı gibi sendikal mücadelenin etkisini zayıflatır. Üye, kendisini sendikayla özdeşleştirmeli; faaliyetlerini içselleştirmeli ve kendisini kolektif mücadelenin bir parçası olarak görmelidir. Birçok durumda üye, işverenin de çabasıyla sendikayı kendisi dışında bir kurum olarak algılamaktadır. Bu algılama biçimi sendikalara farklı işlevler yüklemeyi de beraberinde getirebilir. Oysa sendikalar, ne avukattır, ne çobandır ne de sigorta şirketidir. Sendikalar kolektif mücadelenin bir görünümüdür ve üyelerinin faaliyetler içerisinde yer alma derecesine göre etkinleşirler.
Örgüt içi demokrasi, örgütsel hukukumuz ve kurumsallaşma ile birlikte ele alındığında daha anlamlıdır. İşleyiş ilkelerimiz, genel kurul ve yetkili organ kararlarımızın yanı sıra yılların deneyimi ile zenginleşmiştir. Sendikal işleyiş ilkelerine özen göstermek, tüzük ve yönetmeliklerin yüklediği görev, yetki ve sorumlulukların bilincinde hareket etmek, sendikal demokrasinin ve üyelerin iradesine saygı göstermenin bir gereğidir. Kurumsallaşma, daha sistemli çalışmayı, emek ve zaman tasarrufunu beraberinde getireceğinden sendikal etkinliği artırıcı bir fonksiyon üstlenir.
TÜM BEL SEN, Emeğin Uluslararası Dayanışmasını Savunur.
Bugün gelinen noktada, sermayenin küreselleşmesi ile birlikte sendikal mücadelenin de küreselleşmesi ihtiyacı tartışılmaz bir gerçekliktir. Sermayenin önündeki bütün engellerin bir bir kaldırıldığı ancak emeğin ulusal sınırlara hapsedilmek istendiği bir süreçte, sendikal mücadelenin sadece ulusal düzeyde kavranılması eksik bir yaklaşım olacaktır. Yaşadığımız birçok sorun dünyadaki ekonomik ve siyasi konjonktürden koparılarak değerlendirilemez. Bu sorunlara kaynaklık eden nedenlerin kalıcı bir biçimde ortadan kaldırılması doğal olarak emek mücadelesinin dünya çapında ortaklaşması ve büyümesiyle paralellik taşır.
Konfederasyonumuz, Uluslararası Hür Sendikalar Konfederasyonu ICFTU ve Avrupa Sendikalar Konfederasyonu ETUC’a üye olan tek kamu emekçileri sendikaları konfederasyonudur. Her iki konfederasyonla da değişik düzey ve biçimlerde ilişkilerini geliştirme çabasını sürdürmüştür. Yine farklı ülkelerdeki sendikalarla çeşitli düzeyde ilişkileri vardır ve bu ilişkileri, işbirliğini ve dayanışmayı büyütme çabasında olacaktır.
Kapitalist küreselleşmenin artık durdurulması gerektiği ve ona karşıt bir seçeneğin üretilmesi zorunluluğu ortadadır. Ancak bu yıkıcı büyük güce karşılık verilecek mücadele eğer gerçekten kapitalist küreselleşme sürecini tersine çevirerek emekçiler için yaşanılabilir, insana yakışır bir dünya oluşturmak için ise uluslararası emekçi dayanışmasını örmekle işe başlamak zorunlu olmalıdır. Bu gerçeği gören dünya emekçileri, 1990’lardan bu yana dayanışmayı geliştirmek; kapitalist küreselleşmeyi yaşamın her alanında mahkum etmek için daha önce hiç görülmemiş bir şekilde mücadeleyi yükseltmişlerdir. Sendikamız TÜM BEL-SEN, geçtiğimiz dönemlerde olduğu gibi, bu dönemde de uluslararası dayanışmanın önemini ve işlevini gözeterek; hem bulunduğu coğrafyada hem de dünya genelinde emekçilerin kapitalist küreselleşmeye karşı oluşturacağı birliklerin içerisinde yer almaktadır.
TÜM BEL SEN’in Üyesi Olduğu Uluslararası Örgütler
Uluslararası Kamu Hizmetleri Enternasyonali (PSI)
PSI, 160 ülkede 20 milyon işçiyi temsil eden 600 kamu çalışanı sendikasını bir araya getirmektedir.
PSI bölgelerinin de kendi alt-bölge teşkilatları söz konusudur. Bunlar arasında, Türkiye’nin dahil olduğu alt-bölge, Güney Doğu Avrupa’dır. Bu alt-bölgede Romanya, Bulgaristan, Azerbaycan, Moldova ve Arnavutluk bulunmaktadır. Bu alt-bölgenin çalışmaları Romanya’daki ofisten yürütülmektedir.
PSI, kamuda çalışanlar arasında işçi-memur ayrımı yapmamaktadır. PSI’ye Türkiye üyeleri arasında işçi sendikaları da bulunmaktadır: BES, SES, Tüm Bel-Sen, Yapı-Yol Sen, Genel-İş, Belediye-İş, Sağlık-İş, Türk Harb-İş, Yol-İş. Üye sendikaların faaliyeti bir koordinasyon kurulu aracılığı ile yürütülmektedir.
1990’ların ortalarından beri bir dizi eğitim projesi de PSI ile çalışmalar çerçevesine yürütülmüştür. İlk çalışmalar sendikalarda eğitimci kadroların yetiştirilmesi üzerine yoğunlaşmıştır. Katılımcı bir yöntem üzerine kurulu eğitim projeleri PSI’ye üye İsveç LO/TCO federasyonu tarafından finanse edilmektedir. 2003-2004 eğitim projesi kampanyacılık ve stratejik planlama vurgusu ile gerçekleştirilmiştir. PSI’ye üye sendikalar 2005 yılında “Nitelikli Kamu Hizmetleri” hedefi etrafında ortak bir kampanya yürütmüşlerdir.
Avrupa Kamu Çalışanları Sendikaları Federasyonu (EPSU)
1978’de kurulan EPSU, 36 Avrupa ülkesinde 8 milyon işçiyi temsil eden 216 sendikayı bir araya getirmektedir. EPSU, Avrupa Birliği Ülkeleri, aday ülkeler ve Avrupa Ekonomik Bölgesi’ne dahil olan ülkeleri kapsamaktadır.
EPSU’nun bölgesel örgütlenmelerinden birisi de Güney Doğu Avrupa’dır.
Güney Doğu Avrupa Bölgesi: Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Sırbistan, Türkiye’yi kapsamaktadır.
EPSU’nun en temel faaliyet hedefleri tüzüğünde şöyle belirlemiştir:
1-Eşit hak ve fırsatların sağlanması için üye sendikaların faaliyetlerini koordine etmek ve ekonomik ve sosyal politikalar alanında Avrupa kurumları nezdinde ortak çıkarları temsil etmek;
2-Avrupa kamu çalışanları sendikaları arasında ortak anlayış ve dayanışmayı özendirmek;
3-kamu hizmetleri çalışanları için uygun endüstriyel ilişki sistemleri geliştirmek ve Avrupa düzeyinde toplu sözleşmeler yapmak;
4-AB genişleme sürecinde aday ülkelerdeki sendikalara destek olmak;
5-Avrupa kurumları çalışanlarının istihdamı ile ilgili bütün konuları ele almak;
6-Avrupa bölgesinde PSI ile işbirliği yapmak.
TÜM BEL SEN, Sendikal Mücadeleyi Yasal Sınırlara Hapsetmez.
Sendikal mücadeleyi, yasalar eliyle sınırlandırma, işlevsizleştirme çabasına her dönemde rastlanır. Mevzuatın getirdiği yasak ve sınırlara kendisini hapseden bir mücadelenin uzun vadede kazanım elde etmesi, demokratik köklü değişimlerin yaşanması olanaklı değildir. Kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlüklerine ilişkin tartışmalar ve verilen mücadele bunun en somut örneklerindendir. Aslında TÜM BEL-SEN’ in tarihi her türden baskı, saldırı ve yasaklara karşı fiili ve meşru mücadele tarihidir.
90’lı yıllarda Anayasada açıkça yasaklanmamasına karşın, kimi çevrelerce kamu emekçilerinin sendikalaşmasının yasak olduğu bile iddia edilebiliyordu.
Birçok baskı ve engelleme girişimine rağmen, kamu emekçileri ardı ardına fiilen sendikalarını kurdular, faaliyetlerini sürdürdüler. Bu süreçte kamu emekçileri sendikaları, güçlerini üyelerinin kararlılığından ve meşruluklarından aldı.
2001 yılında ise 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu çıkarıldı; ancak hem toplu sözleşme ve grev hakkını içermemesi hem de yasak ve sınırlamalarla dolu olması nedeniyle beklentileri karşılamaktan uzak bir içerikteydi.
Konfederasyonumuz ve sendikalarımızın kuruluşundan bugüne kadar geçen süreç dikkate alındığında, mücadelenin yasal sınırlara hapsedilmediği görülür. Fiili ve meşru mücadele olarak tanımlanan bu mücadele biçimi, bir yanıyla anti-demokratik yasaların değişmesi, aşılması konusunda mücadele yürütürken; diğer yandan sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirir. Hakların yasalardan önce geldiği ve kullanıldıkça hak niteliğine kavuştuğu bilinciyle hareket edilir.
Yıllardan beri grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı için fiili ve meşru bir zeminde mücadele eden Sendikamız ve KESK’in, sendikal hak ve özgürlükleri kısıtlayan sendika yasanı kabul etmesi mümkün değildir, kamu emekçilerinin özlük, sosyal hak kayıplarına, sürgünlere, cezalara, çalışanlar arasında ayrım yapan uygulamalara karşı fiili ve meşru mücadele hattıyla karşı durarak emekçilerin kazanımlarını çoğaltmıştır.
TÜM BEL SEN, Neo-Liberal Politikalara Karşı Mücadele Eder.
Merkez kapitalist ülkelerin pazar paylarını kaybetmeleri ve buna bağlı olarak kar oranlarındaki görece düşüşten kaynaklanan kapitalizmin krizi, yeni liberal akım tarafından fordist üretim sistemi ve Keynesyen politikaların krizi olarak görüldü. Yeni liberal akıma göre krizden çıkış için, üretim süreçleri ve devletin ekonomideki işlevi yeniden yapılandırılmalıydı. Yeniden yapılandırmanın hedefi ise, sermaye üzerinde yük olarak görülen unsurların ortadan kaldırılarak maliyetlerin minimuma indirilmesiydi. Bu nedenle emek maliyeti ve sermayeden alınan vergiler düşürülmeliydi. Sermayeyi vergi yükünden kurtarmanın yolu, devleti “sosyal” işlevinden arındırmakla olanaklı görülmekteydi. Böylece sermayeden vergi yoluyla alınan kaynakların sermaye dışı kesimlere eğitim, sağlık gibi sosyal harcamalar olarak aktarılmasına dayanan geliri yeniden bölüştürme işlevi tersine dönüştürülecekti. Sermayenin üzerinde yük olarak görülen emek maliyetinin minimuma indirilmesi ise, üretim sisteminin esnekleşmesi önermelerini getiriyordu. Sermayenin dolaşımı önündeki bütün engellerin kaldırılması, ucuz emek bölgeleri bulma, emek sürecinde yeni örgütlenme biçimleri ve teknolojik değişiklikler, çalışma koşullarında ve istihdamda esneklik gibi öneriler bu dönemin özellikleri oldu.
Türkiye’de, yeni liberal dönüşüm politikalarının köklü bir biçimde uygulanması çabaları, 24 Ocak kararlarında görüldü. 12 Eylül’ün baskıcı ortamında devletin geliri bölüştürme işlevi, sermaye lehine çevrilirken; sendikalar ve emek mücadelesi baskı altına alınarak, emek maliyetini düşürmeye dönük adımlar atılmaya başlandı. Özelleştirmeler, çalışma koşullarının esnekleştirilmesi, kamu hizmetlerinin piyasalaşması, kamu hizmetlerine ayrılan bütçe paylarının düşürülmesi, kayıt-dışı çalıştırma vb. bu sürecin özellikleri oldu. Türkiye, küresel kapitalizme eklemlenme sürecinde sermayenin uluslararası örgütleri olan IMF ve DTÖ politikalarının ve anlaşmalarının gereğini yerine getirme çabasını sürdürdü.
Kamu reformu adı altında getirilen yasal düzenlemeler de uluslararası finans kuruluşlarının talepleri doğrultusunda hazırlanmakta ve kaynağını neo-liberal politikalardan almaktadır. Merkezi ve yerel yönetimler ile çalışma koşullarında demokratik dönüşümleri bir yana bırakan hazırlıklar, esas olarak kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi ve kamu emekçilerinin istihdam koşullarının esnekleştirilmesi üzerine inşa edilmektedir.
Sendikamız TÜM BEL-SEN, kapitalist küreselleşmenin ve neo-liberal politikaların emekçilerin ve halkın haklarını, işini, çalışma ve yaşama koşullarını doğrudan tehdit ettiği gerçeği üzerinden bu politikalara karşı çıkar.
Kapitalist küreselleşmeye karşı verilecek mücadelenin aslında insanlığın ortak mücadelesi olduğunun bilinci ile yaşamı, çıkarları bu süreçten zarar görenleri ortak mücadele etme kararlılığındadır. Kapitalist küreselleşme insanlığı köleleştirerek, neo-liberal politikalar önünde diz çöktürme projesidir. Neo-liberal küreselleşme, yaşamın bütün alanlarını ve bunların içerisindeki insani boyutu tamamıyla kar mantığına terk ederek kapitalizmi dünya ölçeğine yayıyor. Dünyanın neo-liberal egemenleri, küresel olarak bütün kaynakları kontrol ederek, sermayenin çıkarlarının korunmasını kusursuz olarak garanti altına alıyor, bu çıkarlarla çelişenleri acımasızca cezalandırıyor. Bizler, üzerimize giydirilmeye çalışılan neo-liberal deli gömleğini yırtacağız. Bu nedenle evsizler, işsizler, savaş karşıtları, çevreciler, kadınlar, gençler vb. sistemin mağdurları ile ortak mücadeleyi yükselterek ‘küresel saldırıya karşı küresel direniş’ bayrağı altında ezilenlerin dünyasını kurmak için birlikte hareket etmeliyiz.
Sendikamız TÜM BEL-SEN, IMF paketiyle tahammül edilemez hale gelen yaşam koşullarının düzeltilmesi için tüm emekçi kesimlerin siyasette emekten yana taraf olmaları için çalışmalarını sürdürür.
Kapitalist küreselleşmenin dünya genelinde ortaya çıkardığı sonuçlardan biri işsizliktir. İşsizlik tek başına bir olgu olarak değil neo-liberal ekonomik politikaların sonucu olarak algılanmalıdır. Özelleştirme, işsizlik, yoksulluk, soygun ve vurgun demektir. Özelleştirme politikaları ile IMF’nin yapısal uyum programları uygulanmaya konulmuş, tüm Kamu İktisadi Kurumları uluslararası sermayenin yağmasına açılmıştır. Esnek çalışma ve toplam kalite yönetimi aracılığıyla daha fazla üretim, daha az iş güvencesi, daha fazla sömürü dayatılmaktadır. Özelleştirme yeni liberal politikaların tüm dünyada kamuyu ve sosyal kazanımları hedef alan düzenlemelerdir. Eğitim ve sağlıkta başlayan özelleştirme politikaları ile de geniş halk kitleleri eğitim ve sağlık hakkından mahrum bırakılmaktadır. Eğitim ve sağlık ile enerji sektörü gibi iş kollarında hizmet üretiminin paralı hale getirilmesi, devletin kendi sorumluluklarını ve görevlerini de emekçilerin sırtına yüklemesi anlamına gelmektedir.
Kamunun yeniden yapılandırılması çerçevesinde uzunca bir süredir gündemde bulunan ve esas olarak kamunun küçültülmesi yaklaşımı üzerine inşa edilen ve personel rejiminde reform olarak ifade edilen yasa tasarısı esas olarak ‘sözleşmeli personel’ uygulaması ile esnek istihdama olanak tanınmaktadır.
TÜM BEL SEN, Emekçilerin Ortak ve Birleşik Mücadelesini Savunur.
Yeni liberal politikalar geniş halk kitleleri açısından yıkıcı sonuçlar doğuracak bir dizi düzenlemeyle birlikte gündeme gelmektedir. İşsizlik oranları giderek yükselmekte, tarım sektöründe ciddi bir tasfiye süreci yaşanmakta, çalışma koşullan ağırlaşmakta, reel ücretler azalmaktadır. Eğitim ve sağlık gibi alanların ticarileşmesi ve piyasaya devri İkinci bir vergilendirme aracı olarak gündeme gelmektedir.
Konfederasyonumuz ve sendikamız, yeni-liberal politikaların mağduru olan tüm kesimlerin ortak bir bilinçle bu politikalara karşı mücadelesinin örgütlenmesini öncelikli bir görev olarak ele almaktadır.
Ancak mevcut örgütsel yapılar içerisinde kalarak bunun olanaklarını yaratmak oldukça zor görülmektedir. Bürokratik ve hantal örgütsel yapıların, yeni liberal politikalara karşı ortak duruşu sağlamak bir yana kendi tabanlarının seslerine kulak verip güncel ve örgütsel yapılarını doğrudan vuran saldırılara bile karşı durabilmesi mümkün değildir.
Özellikle kimi emek örgütlerinin, merkezi düzeyde siyasi iktidarlarla kurduğu ilişkiler üzerinden, tabanlarının tepkilerine rağmen çeşitli uygulamalara (özelleştirme vb.) sessiz kalması ortak bir mücadelenin örgütlenmesini zorlaştırmaktadır. Emek Platformu içerisinde zaman zaman yaşanan tıkanmalar bu durumun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Konfederasyonumuz, Emek Platformunun yapısını güçlendirerek, genişleterek ve içerisinde barındırdığı zaaftı ilişkileri aşarak, ortak bir mücadelenin örgütlenmesini önüne koymuştur. Ancak bunu yukarıdaki gerekçelerle yeterli görmemekte, işçi konfederasyonları ve sendikalarıyla, meslek örgütleri ile ilişkileri derinleştirmeyi ve yerellerde emek platformunun ayaklarını oluşturmayı hedeflemektedir.
Yeni-liberal politikaları püskürtmenin yolu emek örgütlerinin öncülüğünde tüm mağdurların yerellerden başlayarak bir araya gelişlerini sağlamaktan ve ortak platformlar üzerinden giderek genişleyen ve merkezileşen bir mücadele sürecinin örgütlenmesinden geçmektedir.
TÜM BEL SEN, Cinsiyet Ayrımcılığına Karşıdır.
Dünya sendikal hareketi özellikle son dönemlerde artan biçimde kadınların özgün sorunlarını gündemlerine almakta ve kadın emeğinin her düzeydeki örgütlülüğü için olumlu eylem planlarını hayata geçirmektedir. Kadınların hem toplumsal yaşamın her alanında karşı karşıya kaldığı ayrımcılığa hem de sendikal örgütlenmelerin öznesi olarak kadınların sorunlarına yönelik mücadele yürütmek ihtiyacı belirginleşmiştir.
Sendikamız ve Konfederasyonumuz hayatın her alanında yaşanan cinsiyet ayrımcılığına ve eşitsiz ilişkilere karşıdır. Kadınların sendikal mücadelenin her düzeyinde yerini alabilmesi ve kadınlara yönelik özgün politikaların geliştirilmesi çabasını sürdürmüştür.
Sendikal hareketimiz kadınların çalışma yaşamında sömürülmesine ve ezilmesine neden olan sisteme ve erkek egemen anlayışa karşı eşit ilişkiler üzerinden kurulan yaşanabilir bir Türkiye ve dünya için yasal ve hukuksal düzenlemelerin yapılması, kadınların eşitlik mücadelesinin önündeki engellerin kaldırılması ve kendi örgütsel süreçlerinde gerekli düzenlemeleri yaparak temsiliyetinin sağlanmasını, diğer kadın örgütleri ile dayanışma içinde sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamın yeniden kurulması için mücadele eder.
Kadınların ekonomik, siyasal ve sosyal alandaki kuşatılmışlıkları sürmektedir. Küreselleşen sermaye kadınların yoksulluğunu ve ucuz-güvencesiz olan kadın emeğinin sömürüsünü her geçen gün artırmaktadır. IMF endeksli dışa bağımlı ekonomi politikalarla teslim bayrağını çeken hükümetin politikaları bütün halkı ve özellikle de kadınları ezmektedir. Kayıt dışı ekonominin öznesi yine kadınlardır. Düşük ücretlerle çalıştırılan ve iş güvencesinden yoksun olanların önemli bir bölümünü kadınlar oluşturmaktadır, iş bulabilen kadınlar ise çalışma yaşamında cins ayrımcı politikalarla karşılaşmaktadır. Aynı işi yaptıktan halde erkeklerden daha düşük ücret almakta, daha uzun saatlerde çalışmaya zorlanmakta, mesleki yükselme ve terfilerde erkeklerden sonra gelmektedirler, iş güvencesinden ve sosyal güvenceden yoksun kadınların insan hakları, sermayenin kar ve para hırsına kurban verilmektedir.
Kadınlar ekmeğe aç, şiddete tok bir yaşam sürmeye zorlanmaktadır. Kadına yönelik şiddet ise ailede başlamakta, devletin ve erkek egemen anlayışın etkisiyle meşrulaşmaktadır. Yasalarımız, yönetmeliklerimiz, deyimlerimizde ve hatta atasözlerimiz bile kadını İkinci sınıf kabul etmekte, hor görmektedir. Ayrımcılık doğal kabul edilmekte ve hatta sistem tarafından kuşatılan birçok kadın ‘ayrımcılığa’ uğradığının farkında bile olamamaktadır.
Kamu emekçisi kadınlar da genel sorunların yanı sıra özgün sorunlarla boğuşmaktadır. Düşük ücretlerle, olumsuz çalışma koşullarında yaşayan kamu emekçisi kadınların sorunları, doğum izinlerinin yetersizliği, kreş sorunu, mesleki terfilerdeki ayrımcılıkla daha da büyümektedir.
Sendikalar hızla çoğalan ve görünmeyen kadın emeğini yok sayamazlar. Kadınlara özgü politikalar geliştirmeyen sendikaların yaşam şansı bulunmamaktadır.