Anıl Kaçar: İzmirliler İçin Yeni Bir Mücadele Başlatmak İstiyoruz
Ege Telgraf‘ın sorularını yanıtlayan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Tüm Bel Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Anıl Kaçar, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde başlayan toplu iş sözleşmesi sürecine ilişkin açıklamalarda bulundu
Şube Başkanı Kaçar, toplu iş sözleşmesi sürecine ilişkin yaptığı değerlendirmede önemli açıklamaların altına imza atarak, “Biz gemisini kurtaran kaptan anlayışında sendikacılık yapmıyoruz. Ücret sendikacılığına karşıyız. Biz memurun cebine ne kadar fazla para koyarız derdinde değiliz. Biz kamuda çalışıyoruz, kamuya karşı sorumluluklarımız var. KESK ve Tüm Bel Sen olarak temel insani ihtiyaçlar olan, su ve ulaşım gibi hizmetlerin de tüm İzmir’de ücretsiz hale getirilmesi için bir mücadele başlatmak istiyoruz” dedi. Kaçar, belediyede çalışan memurların ücret artış taleplerinin yanı sıra, personelin içinde bulunduğu ekonomik koşullar ve son yerel seçimlere dair de önemli değerlendirmelerde bulundu.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ile başlayan toplu iş sözleşmesi sürecindeki beklentileriniz nelerdir?
Biz kamu çalışanları olarak asgari düzeyde bir ücret artışı talep ediyoruz. Sonuçta kamu kaynakları da sınırsız değil. Bunu gerçekten çok önemsiyoruz. Bizim istediğimiz zam oranları, yat, kat ve araba alabilecek oranlar değil. Sadece yoksulluk sınırının altında aldığımız ücretlerin iyileştirilmesini istiyoruz. Bizim istediğimiz oranlar aslında insanca yaşanabilecek ücretler. Biz Büyükşehir Belediyesi’ndeki refahı eşit paylaşmak adına bunları isterken, refahımızın da artık ekonomik koşullarla mücadele edemeyecek oranda düştüğü ortadadır. Büyükşehir Belediyesi’nin gelirleri düşünüldüğünde, bizim alacağımız zam oranları devede kulak bile değildir. Bize verilecek zam ile Belediye herhangi bir borç batağına düşmez ve ekonomik olarak zor duruma düşmez. Bizim belediye emekçileri olarak birlikte üreteceğimiz değer düşünüldüğünde daha üstünde oranları tartışıyor olmamız gerekirdi. Ama kamu kaynaklarını da önemsediğimiz için net 1750 liralık bir ücret artışı talep ediyoruz. Bize verilen ise 1054 liradır. Bunun dışında ikramiyemiz yok, 3 tane de ikramiyenin olduğu bir toplu sözleşmeden bahsediyoruz. Bunları maaşlarımıza böldüğümüzde halen yoksulluk sınırının altında yaşıyoruz.
Ücret zammı haricindeki talepleriniz nelerdir?
Tüm Bel Sen’in yürüttüğü mücadele sadece ücret sendikacılığına indirgenemez. Bizler hem işçiler, hem memurlar olarak emeğini Büyükşehir Belediyesi’ne satarak yaşayan insanlarız. Hepimiz kamu emekçisiyiz. Hepimiz aynı trendeyiz ve 4 milyon insan için bir kamu hizmeti üretiyoruz. KESK ve Tüm Bel Sen olarak temel insani ihtiyaçlar olan, su ve ulaşım gibi hizmetlerin de tüm İzmir’de ücretsiz hale getirilmesi için bir mücadele başlatmak istiyoruz. Bunun için kamu hizmeti üretmek istiyoruz. Kentimizi yönetenler 4 milyon insan için refahı nasıl paylaştıracağını düşünmeli. Bizler belediye çalışanları olarak ulaşım hakkından ücretsiz yararlanırken, bu şehirde yaşayan ve 2020 lira alıp asgari ücretle çalışanların da ulaşımdan ücretsiz yaralanmasını istiyoruz. Esas mücadelenin bu olması gerekiyor. Biz gemisini kurtaran kaptan anlayışında sendikacılık yapmıyoruz. Zaten bu görevi yaparken maaş da almıyoruz. Profesyonel sendikacılığa işte bu yüzden karşıyız. Biz memurun cebine ne kadar fazla para koyarız derdinde değiliz. Biz kamuda çalışıyoruz, kamuya karşı sorumluluklarımız var. İnsanca yaşam imkanlarımızı arttırıp, 4 milyon insana ne kadar çok faydalı bir hizmet götürebiliriz onun derdindeyiz. Zam taleplerimiz de bu yönde değerlendirilmeli.
Seçimlerden hemen sonra oturduğunuz toplu sözleşme masasında yeni başkan seçilen Tunç Soyer ile görüşmeye başladınız. Kendisi ile çalışmak zor mu, zamanlama konusunda sorunla karşılaştınız mı?
Tüm Bel Sen İzmir 1 No’lu Şube olarak, uzunca bir zamandır Seferihisar Belediyesi’nde yetkili sendikayız. Bu süreç içerisinde Seferihisar Belediyesi’nden gelen Tunç Soyer ile toplu sözleşme süreçlerini birlikte yürütmüştük. Hatta bundan yaklaşık 2,5 ay kadar önce de Seferihisar Belediyesi’ndeki son toplu sözleşmeyi emekçiler adına Tunç Soyer ile biz imzalamıştık. Seferihisar’daki bu toplu sözleşme, yasal tavan sınırı üzerinde verilen aylık 1750 lira net ek ödenti ve iki ikramiye ile emekçilerin yüzlerini güldürdü. Dolayısıyla emekten ve emekçiden yana tutum aldığını öncesinde deneyimlediğimiz bu sürecin İzmir Büyükşehir Belediyesi emekçileri adına da olumlu ilerleyeceği konusunda bir kanaatimiz ve beklentimiz var açıkçası.
Sendikal mücadelede en büyük öncelik ücret midir?
Emek mücadelesini memleketteki demokrasi ve özgürlükler mücadelesinden ayıran bir anlayış ve yöntemin takipçisi değiliz. KESK ve Tüm Bel Sen olarak ücret sendikacılığını reddediyoruz. Bu bağlamda, demokrasi mücadelesini kazanmadan emek mücadelesinin sonuçsuz kalacağını düşünüyoruz. İş güvencemizin olmadığı bir ülkede yasal düzenlemelerle memuriyet hakları kapsamında karşımıza çıkacak olan sözde zamların, ağzımıza bir parmak bal çalmaktan öteye geçmeyen özlük hakkı güzellemelerinin bir aldatmaca olacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla işimiz zor ama hem yerelde, hem de memleket genelinde emekçilerin gerçek kürsüsünü kurmak üzere çıktığımız bu yoldan asla vazgeçmeyeceğiz.
Devlet rakamlarına göre ilan edilen refah oranındaki artışından devlet memurları olarak payınızı alabildiniz mi?
Devletin verdiği rakamlar ışığında 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 6 bin 900 lira. Ortalama bir memur maaşının da 3 bin 800 liraya tekabül ettiğini düşünürsek, aslında refahın eşit paylaşılmadığı gün gibi ortada. Memur işçi ayrımı yapmadan, emekçilerin refah payını sosyal politikalarla nasıl eşitleriz diye bakılması gerekiyor. Bugün Türkiye’de emekçilerden yana sosyal ve ekonomik politikalar izlenmiyor ve bu refah eşit dağıtılmıyor. Bu ülkede emeği ile geçinen 10 milyonu aşkın asgari ücretli var. Bu kayıtlı 10 milyon insanın kazandığı ücret sadece 2 bin 20 lira. Yoksulluk sınırını geçtik, bu rakam açlık sınırının da altında. Rakamlara bakıldığında memurlar resmen yoksul.
Memurlar hayatlarından memnun mu? Ekonomik ve sosyal olarak mutlu bir hayat yaşıyor musunuz?
Bizim ülkemizde ne yazık ki hukuk, adalet, eşitlik gibi kavramlara inanç kalmadı. Hak, hukuk ve adalete bu kadar uzak kalındığını artık sokaktaki apolitik insanlar bile net şekilde görüyor. Ülkenin yargısı artık onu oluşturanlar tarafından bile sorgulanır hale geldi. Biz bu insani ücret talebi dışında bu bahsettiğim başlıklarda da bir iyileşme olmadığını görüyoruz. İnsanların ekonomik döngülerini oluşturmaksızın yeni dünyalara açılmaları, insani yaşam biçimleri oluşturmaları imkansızdır. Maalesef bu ülkede kartlar da hep bu yönde karılıyor. Başımıza bela bir ekonomik döngü var. Bundan kafamızı kaldıramadığımız için, bu ayı nasıl geçiririm derdi hiç bitmediğinden, insanların sinemaya, tiyatroya gidelim gibi kavramları lüks kalıyor. İnsanların bu yönde bir yaşam tercihleri zaten zihinlerinde uyanmıyor. Bu ekonomik kaosta ciddi anlamda sıkışmış durumdayız. Bu kaosun içinde ben nasıl daha insanca yaşayabilirim sorusunu düşünmek bile başlı başına bir lüks. Bunu düşünmek bile bir konfor. Bir kere Türkiye’de aile olabilmenin temel koşulu kendinden vazgeçmek. Anne babaya sorduğumuzda, yüz kişiden doksanı ben vazgeçtim, çocuğum için yaşıyorum diyecektir. Bu doğru bir döngü değil. Kendinden vazgeçen bir anne babanın sosyal hayata katabilecekleri de ortada. Bu kısır döngüde çocuklar da büyüklerinin yolunda ilerliyor. Yaşamın dışında, nesneleşmiş, hayattan bir beklentisi olmayan Emekçiler yığını haline geliyoruz. Kuru ekmeğe razıyız kavramı da bu öykünün sonucunda çıkıyor.
Yurt dışındaki devlet çalışanları hangi koşullarda yaşıyor? Türkiye’ye tatile gelen meslektaşlarınızı gördüğünüzde neler hissediyorsunuz?
İnsan sosyal olarak da iyi yaşayabilmeli ve daha fazlasını da istemeli. O insanlar kendi yaşam dinamikleri itibarı ile sosyal ve ekonomik haklarını kendi ölçüsünde kazanabiliyordur. Neden onlar burayı geziyor gibi bir serzenişte bulunmak yerine biz de daha insani koşullara ulaşmak için mücadele etmeliyiz. Bu çok insani bir şey. Eğer bu soruyu kendinize sormuyorsanız zaten kendinizle yaşam arasındaki bağı kaldırmışsınız demektir. Her daim insanın isteyeceği ve elde etmek için uğraşacağı bir şeydir. Yaşamlarımızdan vazgeçeceğimiz bir iş hayatının faturasını çekmek zorunda değiliz. Günde 13-15 saat mesai sarf ettiğimiz, kimisinin geçinebilmek için iki işte çalıştığı bir hayatı yaşamak zorunda değiliz. Bugün 4-5 günlük bir tatile çıktığımızda bunun bedelini 9 taksitli bir faturayla ödüyoruz. Bu kadar insani bir ihtiyacın bedeli bu denli ağır olmamalı. Diğer ülkelerle kıyasladığımızda ekonomik ve sosyal haklar anlamında çok çok gerideyiz.
Ekonomik durum seçimleri doğrudan etkiliyor mu? Bugün seçim olsaydı memurun tavrı ne olurdu?
Memurun bugün seçim olsa tavrı ne olur, bunun en net yanıtı son 23 Haziran seçimlerinin sonucudur. 45 gün içinde 13 binden 800 bine kadar ulaşan bir oy farkı var. Bu kadar kısa sürede net bir taraf değişikliği var ise, ekonomik koşulların etkin olduğu da gün gibi ortadadır. Ortada daha başka etkenler de var. Ekonomik meselenin tahlili detaylı inceleme gerektirir. Türkiye’deki emekçiler çok uzun zamandır refaha ulaşamadı. Meselenin özünde başka şeyler de var. Yoksa 31 Mart ile 23 Haziran arasındaki tarihte yoksulluk sınırı çok değişmedi. Alım gücünün düşmesi, enflasyon, dövizdeki yükseliş, temel tüketim maddelerine gelen zamlar elbette etkili olmuştur ancak son dönemlerde daha fazla hissedilmeye başlandı. Sadece dolar kuruna bakacak olursak, son bir yılda bizim maaşlarımız üçte bir oranında eridi. Devlet memurları enflasyon oranında da zam almadı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan memurlar geçtiğimiz ay tartışmalara konu olan bir eylem gerçekleştirmiş ve yeni başkan Ekrem İmamoğlu ile çalışmak istemediklerini açıklamıştı. Bir sendikacı olarak bunu nasıl karşıladınız? Benzer durum İzmir’de olsa tavrınız ne olurdu?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi, ya da Türkiye’nin herhangi bir yerindeki kamu kurumları nihai olarak bir kamu kurumudur ve buralar halkındır. Kamu kurumları kimsenin malı değildir. Belediyeler de ne Ekrem İmamoğlu’nun, ne de yerine gelebilecek bir başkasının değildir. Ben on yıldır İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde çalışıyorum. Bugünkü başkan Tunç Soyer gitse bile biz en az yirmi sene daha burada hizmet edeceğiz. Ben İmamoğlu ya da Soyer için çalışmıyorum demek halkçı, toplumcu anlayışa aykırıdır. Çünkü biz başkana değil, halka hizmet ediyoruz. Burası halkın malıdır. Başkanların oturdukları koltuklar da halkındır. Kamu emekçisiyiz kelimesinin altını bu yüzden özellikle çiziyorum. Bizler hakkaniyetli, namuslu ve emekten yana bir bakış açısıyla hizmet üretmek zorundayız. Halkçı, katılımcı, demokratik bir belediye anlayışıyla kim çalışacaksa, Tüm Bel Sen o anlayışın yanında olacak ve bu anlayışı büyütmek için arkasında duracaktır. Bugün Tunç Soyer bunu uygularsa arkasında oluruz ancak bu anlayışta olmadığı takdirde de önce karşısında bizi bulur. Birilerinin tetikçisi, birilerinin memuru olmaz. Ben bugüne kadar AKP’nin değil, kamunun memuru oldum. Oradaki anlayış bir AKP memurluğu anlayışıdır.
Erman Şentürk / Özel Haber
https://www.egetelgraf.com/kacar-izmirliler-icin-yeni-bir-mucadele-baslatmak-istiyoruz.html